Kalbi sağlamlaştırmak

Kalbi sağlamlaştırmak

 Kalp sürekli değişen hislere, farklı duygulara sahiptir. İnsanın, bu değişkenliği çatısı altına alabilecek sapasağlam bir şeye ihtiyacı vardır. Ta ki hayatına istikamet üzere bir yol çizebilsin. Yolda düştüğünde, ayağa kalkmak istediğinde tutunabileceği bir dal; onu yanlıştan döndürüp, hakikatin kapısını aralatacak bir şey olmalıdır. 
 Saadettin Ökten şöyle diyor: İnsan kalbinin esiridir. Kalbinin sultanına bağlıdır. Bu kalbinin sultanı zaman zaman paradır, zaman zaman dünyadır ama daha büyük hazları tanırsa ona bağlı olur. Dolayısıyla insan kalbinin duygularını daha yüksek, daha ulvi, daha yüce makamlarla temas kurmasını sağlamalıdır, buna gayret etmelidir. Kalbimizi nasıl sağlamlaştırırız?



 İnanmak her şeyin ötesindedir. Sevgiye, onun iyileştirici gücüne inanırız. Güvene, fedakarlığa, iyimserliğe, yardımlaşmaya, merhamete inanırız. En büyük inancımızsa Allah'adır. İşte bu imandır. Bizim kalbimizi sağlamlaştıracak şey içimizde çiçek çiçek büyüyen imandır. Hayatımıza dokunan bu inanç; yaşamı, yaşantımızı, her birimizi kuşatır. Yediklerimize bakış açımızı bile değiştirir. Nimet gözüyle bakıp O’ndan gelen ikram olduğunu düşünerek hareket etmek içimizde çok şeyi değiştirir. Kelimeler dilimizden çıkıp hayatımıza dokunur mesela. Kelimelerimizi de ona göre seçmez miyiz? Tesadüf yerine tevafuk kelimesi özenle söylenir. Anlamlarının farklı derinlikte olduğu, onu kullanırken zihnimize nakış nakış işlenir. Bize bu derinliği katan imandır.
 Ruhu hafifleten, dünyanın yüklerini sırtımızdan alan da imandır. Çünkü imtihana inanıyoruz; sabra, sabrın bizi Allah'a yaklaştırdığına inanıyoruz. Bu yüzden inanmak her şeyin ötesindedir. İman bizi görünenin ötesine taşır. Çünkü ‘ben’den geçmeden ‘ben’e varamaz insan. Kendini, sebepleri aşan bir bakış gerekir.
 Olayların ardındaki hikmeti görebilmenin bir yolu yüzeysel bir bakıştan sıyrılıp sebeplerden hakikate giden bir yol açmakladır. Neden buna ihtiyacımız var? Çünkü her insan yaratılışını ve kendi özünü bilmeye çalışmakla mükellef. Bu bilme sorumluluğu ‘olmak’la ilgilidir. Bilinenler hayata tesir etmelidir. Savaş Barkçin şöyle yazmış: 
“Hikmeti bulmak için önce hikmeti bilmek gerekir. Hikmeti bilmek için irfân, irfânı bilmek için ilim, ilmi bilmek için de itikat gerekir. Hepsine bilmek diyoruz ama hepsi olmak ile ilgilidir. Çünkü bilgi ancak ahlâka tesir ederse kul için faydalıdır.” 
 Okumamız, okuduklarımızı anlamaya çalışmamız, sonra anladıklarımızı hayata dokundurmaya çalışmamız hep ahlâkımızı güzelleştirebilmek, ileriye bir adım atmak ve O’na yaklaşmak için değil mi? Yarattıklarını sevmek, nimetlerine şükür içinde olmak, razı olmak ve razı olunmaya çalışmak bu çabadan bir kısımdır.
 “Hakikat-ı halde, namaz başta olmak üzere bütün ibadetler; bütün emir ve yasaklar insanın kemalini bulması, âlemler Rabbinin bir insan olarak onu yaratışındaki sırrı tahakkuk ettirmesi, ona verilmiş bütün cihazları maksad-ı aslîsi için çalıştırıp menzil-i maksûduna terakki ettirmesi içindir zaten.”*
İnsanın yeşertip büyüten bu imanı, insan da çaba göstererek taklidi olandan tahkiki olana ulaştırmaya çalışmalıdır.  Zira "kendi hikayemizde mucize dediğimiz her ne varsa aslında onun Allah'ın rahmet deryasından bahtımıza ihsan ettiği bir katre olduğunu ve bu katrenin gösterdiğimiz gayretle düğümlendiğini** unutmamak" gerekir. 

*Metin Karabaşoğlu, Kur'an Okumaları 3, sayfa 188
**Canan Cehri Akyol, Ol'ma Yolunda, sayfa 9

Yorumlar